10 Ağustos 2013 Cumartesi

Sizinle kendi yaşamış olduğum bir geceyi anlatmak istiyorum. Bundan yaklaşık 10 yıl önceyddi yaşım 14'dü bir gece köyde dedemle oturup sohbet ederken laf dedemin çocukluğuna geldi. Ben hemen sordum dede küçükken yaşadığın gizemli olay varmı diye demez olaydım. Dedem meğer sır küpüymüş. Adamın başından geçmeyen kalmamış. 
Dedem benim bu heyecanlı soruma karşılık başladı anlatmaya o anlattıkça ben de korkmaya başladım.  Aklımdan geçen tek düşünce  bu gece nasıl yatacağım. Oluyrdu. Çünkü hep üç harflileri anlattı birde çocuğum tuvalete bile gidemez oldum. Neyse gece herkes evine gittiğinde ben odamda bir sağa bir sola dönmeye başladım. Uyku gözüme girmiyordu. Bir ara dalar gibi olurken
Kulağıma bir ses ilişti tın tın tın diye, ne olduğunu anlamaya çalışırken dedemin anlattığı hikaye aklıma geldi. Bir gece üç harfliler ahırda tenekelere vurup kaçıyorlarmış. Aha dedim geldiler. Hemen nas ve felak okudum ama nafile, ses kesilmiyordu. Bir cesaret çatıya çıkıp bakacaktım. 
Yataktan yavaşça kalktım. Kapıyı araladım birde ne göreyim ışık yanıyor. İyice korkmaya başladığım sırada birde kapı açılmaz mı gıcırt aha bayılıyorum demeye kalmadı eniştem çıktı. Benden soğuk bir ter boşaldı sonra enişteme durumu anlattım. Çatıya çıktık. Birde ne göreyim tın tın tın sesi bizim harç yapmak için kullandığımız tenikeden geliyor. Rüzgar deydikçe sallanıyormuş.
İşte merakımın bana bedeli bir gece uykusuz kalmak oldu. Sizde de böyle gizemli olay varsa lütfen paylaşın okuyalım

Kurtuluş Savaşından Hikayeler

Kurtuluş savaşı başlangıçtan bitişine tamamen mucizelerle gizemli olaylarla doludur. Kurtuluş savaşı yeniden varoluşun savaşıdır. Tıpkı malazgirtte yaptığımız savaşa benzer bir varoluş savaşıdır. Kaybedersen esir olursun kazanırsan var olursun. 
Hani ilk orta ve lisede hep anlatırlardı ya işte Selçuklular Haçlılarla savaştı işte Osmanlıya karşı Haçlı birliği kuruldu. İşte kurtuluş savaşındada Rusyasından, İngilteresine , İtalyasına, Fransasına hepsi bir bütün oldu tüm Hristiyanlar birlik oldu bir avuç müslüman millete Türklere Haçlı savaşı yaptılar. Nitekim nasıl ki ecdadımız Haçlı savaşlarını geri püskürttü ise bizde Kurtuluş savaşında öyle püskürttük Haçlı ordusunu. 
Rus çarının hasta adam dediği Osmanlı soyu hasta olduğu halde doktoru ondan önce ölmüştür. Birçok yabancı general bu kadar yoksul halkın ve en kötü silahları kullanan askerin nasıl bu kadar başarılı olduğunu çözememişlerdir. Ve bu savaşta şahit olmuşlardır. Türkler korkmuyorlar. Türkler ölüm nedir bilmiyorlar. Düştüklerinde öleceklerini bile  Bunlar canları pahalısına tepelerden düşman askerlerinin üstlerine atlıyorlar. Ve süngüleri ile öldürüyorlar hemen sonrasında şehit oluyorlardı. Yabancı gazetelerde bu olay şöyle yankı bulmuştur. "Türkler ölümsüz gibiler sanki öldürüyoruz ve tekrar diriliyorlar. Ve dağlardan uçarak geliyorlar. Evet Türkler uçuyor. " Birçok gazetede bu tür haberler yer almıştır. 
Kurtuluş savaşı boyunca gizemli olaylar yaşanmıştır. Uçakların benzini bittiği halde uçamaya devam etmesinden tutunda tek kolu kesildiği halde kan kaybına rağmen akşama kadar savaşıp sonrasında başka bir yerinden darbe alarak şehid olana birçok hikaye anlatılır.

DÜNYANIN YARADILIŞI VE HZ ADEM

Allah herşeyi sırası ile yaratmıştır. Hergün farklı birşeyin yaratıldığını bilmekteyiz. Perşembe günü Hayvanları yaratıp onları Dünyaya yaymıştır.
Cuma günü İlk İnsan Hz. Adem AS. Yaratmıştır. Gökler ve yeryüzü ilk başta gaz halindeyken Allah ikisini birbirinden ayırmıştır. Bunu Kuran-ı Kerimde şöyle bildirmektedir: " O kafir olanlar görmediler mi ki gökler ve yer bitişik bir halde iken biz onları ayırdık. Hayatı olan herşeyi sudan yarattık. Hala inanmıyorlar mı ? (Enbiya 21/30)
Yedi gögü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allahtır (Talak 65/12)
Yer yüzüne insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yerleştirdik. Doğru gitsinler diye geniş yallar varettik. (  Enbiya 21/31)
Allah göklere ve yere buyurdu:
İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin. İkisi birden cevap verdiler. İsteyerek geldik
Allahu teala gökleri yedi tabaka olarak yarattı. Samanyolu sisteminde yer alan yıldızlar. En alt tabakada yer almaktadır.
Yakın göğü yıldızlarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu bilen, güçlü olan Allahın kanunudur.  ( Fussilet)
Allah CC. Melekleri Nudan Işıktan yaratmıştır. Melekler kanatlı ( Fatır 35)
İtaatkar, kanatlıdırlar ( Fatır 35)
Nesilleri yoktur.
Sonra Cinleri Alevli Ateşten yarattı. Cinler meleklerin aksine: Erkeklik ve dişilikleri vardır. Yerler içerler, İnanları ile inanmayanları vardır. Şeytanda Cinlilerdendir.
Sonra Hayvanları sudan yarattı. 
Daha sonra Allah insanı yarattı. Muhakak biz insanı kara topraktan yarattık. (Hıcr 15)
Allah Ademi topraktan yarattı. Sonra ona ol dedi. ve can verdi.
Dünyanın yaradılışı kısaca bu şekildedir. Detaylı bilgi için vermiş olduğumuz surelere bakabilirsiniz


Hakkını Helal Etsin

Çanakkale Savaşı Sırasında Yaşanmış Gerçek Bir Olay 

Çanakkale'de Kocadere köyünde büyük bir “ Sargı Yeri ” kurulur. Kimi Erzurumlu , kimi Bosnalı , Kimi Adanalı , Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor... 
Yaralılardan biri de Çanakkale Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından. 
" Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım... Arkadaşıma ulaştırın..." 
Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur 
" Ben köylüm Lapseki' li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç almıştım .Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin bana " 
" Komutan: Sen merak etme evladım " der kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözüde " söyleyin hakkını helal etsin " olur... 
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede göz yaşlarına engel olamaz : 
"Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim 

YURDUM İNSANI ALBÜMÜ






MUHTEŞEM BİR HİKAYE : GÖZ YAŞLARIYLA OKUYACAKSINIZ !!!

Okulun ilk gününde 5. sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak bu imkânsızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış 
ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı. Bayan Mediha bir yıl önce Mustafa yı izlemişti ve diğer
çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, Bayan Mediha onun kâğıtlarını büyük bir kırmızı kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar (x ) yapmaktan ve kâğıdın üstüne büyük? F? (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu. 

Bayan Mediha nın okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa nın kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı.

Mustafa nın birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: 

Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli? 

İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: 

Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evde ki yaşamı mücadele içinde geçiyor.? 

Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: 

Mustafa nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evde ki yaşamı yakında onu etkileyecek. 

Mustafa nın dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

"Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok 
fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor. 

Bunları okuyunca, Bayan Mediha problemi kavradı ve kendinden utandı. 

Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri
getirdiğinde bile çok kötü hissediyordu. Mustafa nın hediyesini alıncaya 
kadar bu böyle devam etti. 



Mustafa nın hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı 
ile beceriksizce sarılmıştı. 

Bayan Mediha onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Bayan Mediha pakette taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı. 

Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz. 

Çocuklar gittikten sonra, Bayan Mediha en az bir saat ağladı. O günden 
sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları 
eğitmeye başladı. Bayan Mediha, Mustafa ya özel ilgi gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik 
ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar Mustafa sınıfta
ki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini 
söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri idi. 

Bir sene sonra, Bayan Mediha kapısının altında Mustafa dan bir not buldu, 
ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu. 

Altı yıl sonra Mustafa dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında 
üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı. 

Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını, 
sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile 
mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Bayan Mediha nın tüm 
yaşamında ki en iyi ve ne favori öğretmen olduğunu yazmıştı. Sonra dört yıl 
daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan 
sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala 
karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama simdi 
ismi biraz daha uzundu. 

Mektup söyle imzalanmıştı, 



Prof. Dr. Mustafa Yılmaz ( Tıp Doktoru) 

VALLAHİ EFENDİM BEN ANLAMAM

Bir profesör konferans vermek için bir şehre gitmiş. Belirlenen saatte salona girmiş fakat ne görsün? Salonda yalnızca bir kişi oturmakta... Profesör bir an gururuna yediremeyip gitmeye yeltenmiş... Ancak bunun kendisini dinlemeye gelen kişiye saygısızlık olacağını düşünüp vazgeçmiş. Gidip kürsüdeki yerini almış fakat önce bir sorayım diye düşünmüş; "Acaba bu kişi tek başına beni dinlemek ister mi?". Profesör adama sormuş:
- Beyefendi gördüğünüz gibi salon boş. Ama siz bana ve fikirlerime değer verip buraya kadar zahmet etmişsiniz. Siz anlatmamı isterseniz ben konferansı yalnızca sizin için de sunarım. Ne dersiniz?
Adam cevap vermiş:
- Vallahi efendim ben anlamam! Ben seyisim. Ahıra bir at gelse de yem veririm, yüz at gelse de yem veririm!
Profesör mesajı almış. Hatta biraz da aşka gelip kürsüye çıkmış. Anlattıkça anlatmış... Anlattıkça anlatmış... Normalde iki saatlik konuşma hazırlamışken bu hızla üç saat anlatmış... Dört saat anlatmış... Beş saat anlatmış... Nihayetinde konuşmasını bitirip adama sormuş:
- Beyefendi nasıl buldunuz konuşmamı? Beğendiniz mi?
Adam cevap vermiş:
- Vallahi efendim ben anlamam! Ben seyisim. Ahıra bir at gelse de yem veririm, yüz at gelse de yem veririm! Ancak... Ahıra bir at gelirse diğer doksan dokuz atın yemini de o ata vermem!...